23 Mart 2010 Salı

Tramvayla Vals…


Viyana; vals, klasik müzik, çeşit çeşit turtalar ve tabii ki bizden arta kalan kahve. Viyana kentini ziyaret eden her turistin kentin alışkanlıklarına dair aklında kalan şeyler, tabi ki mimari ve müzelerde var. Peki, bu kadar mı? Bu kenti aslında bunlardan daha başka bir şey ile de anlatabiliriz ve bu konu hakkında konuşabilmek için meraklısı ya da uzmanı olmaya dahi gerek yoktur. Kendi kulaklarımla Viyana-İstanbul uçak yolculuklarımda, farklı seferlerde farklı insanlardan duyduğum sözler bu konuda ne kadar haklı olduğumu hep ortaya koymuştur. Muhakkak birileri kentin mükemmel bir ulaşım sistemi olduğu ve tramvaylarının güzelliğinden söz ederler ve bu benim içimde her zaman “belki bu insanlar ülkemde tramvay konusunda bir uyanışın parçası olurlar” ümidini doğurur.

Viyana için tramvaylar vazgeçilmez olarak görülmektedir, Viyanalılar tramvaylarını sadece araçları ya da işletmesi ile değil, kullanılmayan rayları ile dahi kabul etmişlerdir, bu onlar için sadece bir toplu taşıma aracı değil, zaman zaman kullandığımız “Tramvaylar kent mobilyasıdır” tabirinden öte sanki kentin doğal bir parçasıdır. Tabi bunun nedenlerinin en başında Avrupa’nın diğer başkentlerinde yaşandığı gibi tramvay hatlarının kaldırılmış olmaması geliyor olabilir. 1865 yılında atlı tramvaylar ile başlayan kentin tramvay tarihçesi 1897 de yerini elektrikli tramvaylara bırakmıştır, 1898 den itibaren buharlı tramvay araçları da çalıştırılmıştır. 1922 den itibaren tamamı elektrikli olarak işletilen tramvay şebekesi ile ilgili en ciddi karar 2. Dünya savaşından sonraki dönemde alınmıştır. Savaş sonrası galipler üzerindeki Amerikan etkisi ile Avrupa ülkelerinde tramvay hatlarında iptaller ve azaltmalar başlamıştır, Viyana’ da ise ilk başlarda birkaç hatta iptaller yapılsa da yönetim radikal bir karar ile yeni hatların kurulması ve tramvay şebekesinin geliştirilmesi kararını alarak cesur bir adım atmıştır. İşte bu sebeple bugün Viyanalılar tarafından eski araçların küçük zillerinden çıkan ses nedeni ile “Bim” olarak adlandırdıkları tramvaylar halen dimdik ayaktadır. İşte bu sebeple Viyana kenti Avrupa’nın en uzun tramvay şebekesine, en çok tramvay durağına ve hattına sahip kentidir, işte bu sebepten Dünyanın en büyük “Tramvay Müzesi” bu kentte yer almaktadır.

Eğer yolunuz bu kente düşerse muhakkak bir yerden bir yere gitmek için tramvayları kullanacaksınız ama sakın ha yeni ve bir anlamda Viyana’ ya da özel olan ULF olarak kısaltılmış ismi ile caka satan yeni tramvaylara aldanmayın. Tabii ki onlar ile de yolculuk edeceksiniz ama asla aynı tadı vermeyecekler, birkaç yıl içerisinde bu eski tramvaylar artık bu raylarda olmayacaklar, yaşayan birer tarih olan ve her biri üzerindeki tüm Vandal izleri ya da yıpranmalara rağmen tıkır tıkır çalışan tramvaylar yerlerini tasarımını Ferrari’ nin yapması ile övünen bu genç kızlara bırakacaklar. Bana sorarsanız siz ne yapın edin bu eski topraklar ile bir yolculuk edin, onların kurp dönerken çıkan tekerlek cıyırtıları başkasına benzemez. Onların o toz, ahşap ve bazen de yağ kokan içleri, nerede onların eski ve belki de kirli görünen ahşap çerçeveleri, nerede bu yeni nazlı kızların silikonla tutturulmuş füme camları.

Neyse bu kadarda yüklenmeyelim canım yeni tramvaylarımıza. Onlar da bu şehrin kahrını çekmek için geldiler, tabii ki biliyorlardı bu kentin uzun caddelerinde ve dar sokaklarında çalışacaklarını ve tabii ki biliyorlardı kar, kış, fırtına dinlemeden nerede ise 20 saat çalışacaklarını. Ama belki de ummuyorlardı, kent eski kent değil ve Viyanalılar eski Viyanalılar değil. Bir kentte yaşamak insanı o kentli yapmaya yetmiyor maalesef, biz bu acı tecrübeyi kendi kentlerimizde bolca yaşamıştık zaten, bizim için çokta garip değil insanların kendisine hizmet eden bir şeye zarar vermesi. Hayır, bahsettiğim sprey boya yapan gençler ya da çakısı ile kalp kazıyanlar değil, bahsettiğim ahlaksız kahkahaları ile tramvay kapılarını tekmeleyen, gece saklandıkları köşelerden havalı silahlar ile tramvay camlarına bilye atan, evinde ayağını üst üste koyamazken tramvayda tavana dayayan ve asla kentli olamamış hiçbir zamanda olamayacak müsvetteler. Ne müsvettesi derseniz benim insan demeye dilim varmıyor. İşte bunu bilemezdi bizim ULF lerimiz, onlara hep “Viyana sizin için çok güzel, orada çok arkadaşınız var, Viyanalılar size çok iyi davranacak” diyerek kandırmışlar, kandırmışlar ki onların tekerlek gıcırtısı yaşlılıktan değil de sanki ağlamaktan gelir gibi kulakları tırmalıyor.

2005 yılı idi yanlış hatırlamıyor isem, İstanbul’ da bir tramvay kalıntısı aramıştım. Detayını başka bir yazımda anlatırım ama o arayışın sonunda bulduklarım beni sadece hüzünlendirmişti. İstemiştim ki, onlardan birinin içine binebileyim, çürükte olsa, yıkık dökük harapta olsa bineyim. Maalesef bu sadece bir hayalmiş, ama hayalini kurmak bile güzeldi. Viyana’ da ise bu bir hayal değil gerçek, o kadar gerçek ki içine binip gezmeniz dahi mümkün, ama bunun mümkün olduğunu görmek benim yaşadığım hüsranın acısını azaltmadı aksine arttırdı. İki kent düşünün aynı yıllarda tramvay hatları inşa etmiş, aynı yıllarda elektrikli sisteme geçmiş, 1950 lere kadar nerede ise aynı sayıda tramvay hattı işletmiş. Birisi sanki dünden razı gibi raylarını söküp atmış araçlarının akıbeti ise meçhul, bir ihtimal babamın usturasındaki jiletlerden birisi idiler. Diğer kent ise aynı yıllarda sök diyenlere inat hayır demeyi becerebilmiş, öyle direnmiş ki, bugün bir hat numarası değişmesini dahi kabul etmeyen kentlilere sahip, gerekçeleri ise “Bu hattın tarihi numarasıdır, açıldığı günden beri değişmemiştir, değiştiremezsiniz”, söyleseniz İstanbul’ da kim inanır. İşte bu yüzden benim yaşıtlarım için zaten tramvay yoktan ibaretti, çokta garipsemedik tren kapılarında yolculuğu ya da camlarına taş atılmasını, ama Viyana ve Viyanalılar garipsiyorlar, yeni tramvaylar ise eminim ki iç geçiriyorlar “keşke bizde şu kocakarılar gibi 50 yıl önce bu kenti yaşasaydık” diye.

Bu bölgenin havasından mı yoksa suyundan mı bilemem ama Viyana çevresindeki tüm büyük kentlerde tramvaylar hala vardır ve umarım uzun yıllar daha olurlar. Dedim ya, bir gün olur da bir tramvay turu yapmak isterseniz şöyle bir Budapeşte, Bratislava, Viyana, Prag turu atın. Tramvay Cennetinin 4 köşe başı diyeyim size varın gerisini siz hayal edin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder